Oğuz adına ilk defa Göktürk kitâbelerinde rastlanmaktadır. Kelimenin kökeni hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan, ok kelimesiyle en eski Türkçe’de çokluk eki olan “z”den oluşan okuzdan (oklar) geldiği hakkındaki görüş en isabetli olanıdır. Göktürk kitâbelerine göre Oğuzlar (İslâm kaynaklarında Guz) dokuz boydan meydana gelmiş bir budundur. Bundan dolayı Tokuz (Dokuz) Oğuz diye de anılır (bk. DOKUZ OĞUZLAR). Bunlar Tula ırmağının kuzeye dönerken yaptığı kıvrımın kıyısında oturuyorlardı. Göktürk hânedanından Kutluğ Şad ve veziri Tonyukuk’un, devleti yeniden kurmaya çalıştıkları sırada eski Türk yurdundaki en güçlü budun Tokuz Oğuzlar’dı. Hükümdarları “kağan” unvanı ile anılıyordu. Ancak Göktürkler zamanla Oğuzlar’ı kendilerine tâbi kıldılar. Bilge Kağan devrinde (716-734) Oğuzlar doğrudan doğruya ona bağlıydılar. 744’te Göktürk Devleti yıkıldı ve yerini Uygur Devleti aldı. Bunun üzerine Uygur hükümdarı Köl (kül) Bilge Kağan, Tokuz Oğuzlar’ın başbuğu tayin edilen oğlu da Moyençor (Moyunçor) unvanıyla anılmaya başlandı. Moyençor 747’de babasının yerine geçti ve İl İtmiş Bilge Kağan unvanını aldı.
İl İtmiş Bilge Kağan’ın ilk yıllarında zaman zaman Tokuz Tatarlar’la birlikte isyan çıkaran, ancak kağanın dirayeti karşısında başarı gösteremeyen Tokuz Oğuzlar, daha sonra On Uygurlar’ın yanında yer alıp Uygur Devleti’nin dayandığı iki unsurdan biri haline geldi, hatta Uygurlar’ın 840’ta uğradığı felâketin ardından Doğu Türkistan’a yapılan göçe katıldı, orada da varlığını uzunca bir müddet sürdürdükten sonra adı duyulmaz oldu. Ancak Uygur tarihinde unutulmadılar. Tokuz Oğuzlar Câmiʿu’t-tevârîḫ’te Uygurlar’ın yanında dokuz boyla birlikte anılmaktadır.
Göktürk kitâbelerinde Kül Tigin’in yuğ töreninde Batı Göktürk (Türgiş) kağanını temsil eden iki elçiden birinin adının Oğuz Bilge Tamgacı olduğu bildirilmektedir. Batı Göktürk elini oluşturan on boya “Onok” denildiği ve Onoklar’ın Çin kaynaklarına göre her biri eşit sayıda boya sahip olmak üzere iki kola ayrıldığı bilinmektedir. Oğuz elinde de boylar eşit sayılarda iki kola ayrılmakta, bu kollardan biri Bozok, diğeri Üçok adını taşımaktaydı. Oğuz hükümdarlarının vekilleri “Kül (Köl) erkin” unvanını taşıyordu. Batı Göktürk ve Doğu Göktürk kağanlarının ise yabguları vardı. Yabgu derece itibariyle kağandan sonra gelen bir unvan olup “melik, kral” demektir. Seyhun boylarındaki Oğuz elinin hükümdarları da yabgu unvanına sahipti. Bundan dolayı Oğuz Yabguları’nın Batı Göktürk kağanlarının yabgu ailesine mensup oldukları söylenebilir. Batı Göktürkleri’nin konuştuğu Türkçe’nin Doğu Göktürkleri’ninkinden biraz farklı olduğu Çin kaynaklarında ifade edilir. Oğuzlar’ın Türkçe’si de Isık Göl çevresiyle Kâşgar bölgesinde yaşayan Karahanlılar’ın (başlıca boyları Yağma ve Karluklar) Türkçe’sinden farklıydı. Bu bilgilerden Oğuz elinin Batı Göktürkleri’ne mensup olduğu ve Batı Göktürk Kağanlığı’nın sona ermesi üzerine Batı Göktürkleri’ni Oğuzlar’ın temsil ettiği anlaşılmaktadır. Eskiden beri Kara İrtiş boylarında yaşayan Karluklar zayıf bir duruma düşmüş bulunan Batı Göktürk Kağanlığı’nın varlığına kolayca son verdiler (766). Oğuzlar bu olayın ardından muhtemelen Halife Mehdî-Billâh zamanında (775-785) Mâverâünnehir’e, Aşağı Seyhun boylarına geldiler. Bu bölgede daha önce Peçenekler’in yaşadığı ve Oğuzlar’ın onları buradan çıkarıp Yayık (Ural) ırmağının ötesine kadar sürdükleri tahmin edilmektedir.
190’da (806) Emevîler’in son Horasan valisi Nasr b. Seyyâr’ın torunu Râfi‘ b. Leys Mâverâünnehir’de bir isyan çıkardı. Tarihçi Ya‘kūbî, Toguz Guz diye andığı Dokuz Oğuzlar’ın Karluk ve Tibetliler’le birlikte Râfi‘e takviye kuvveti gönderdiklerini, Taberî de 205 (820-21) yılında Üsrûşene’ye bir akın yaptıklarını yazar. Abbâsî Halifesi Me’mûn’un 207’de (822-23) Üsrûşene’ye ordu gönderdiğinde bölgenin hâkimi Kâvus’un Oğuzlar’dan yardım istemesi bu tarihlerde Oğuzlar’ın Aşağı Seyhun boylarında bulunduklarını göstermektedir. Horasan Valisi Abdullah b. Tâhir’in Mâverâünnehir’e akınlarını sürdüren Oğuzlar’a karşı gönderdiği ordunun büyük bir zafer kazandığı kaydedilmektedir. Ancak seferin ne zaman yapıldığı konusunda kesin bilgi yoktur. İbn Hurdâzbih’in verdiği 211-212 (826-827) yılları doğru değildir. Bu seferden sonra Oğuzlar üzerine bir daha sefer düzenlenmemiş, sadece Fârâb (Karaçuk) ve Savran gibi şehirleri korumak için bazı tedbirler alınmıştır.
Oğuzlar’ın Yurtları. Coğrafyacı İstahrî’ye göre Oğuzlar’ın yeni yurdu Hazar denizinden Seyhun boylarındaki Fârâb ve İsfîcâb’a kadar uzanıyordu. Hazar denizinin doğu kıyısındaki Siyahkûh (Karadağ) adlı gayri meskûn yarımada X. yüzyılın başlarında bir Oğuz topluluğu tarafından iskân edilmiş, daha sonra bu yarımadaya Mangışlak adı verilmiştir. Müslümanlarla olan sınır güneybatıda Hârizm’de Cürcâniye’nin (Gürgenç) kuzeybatısındaki Cît (Sît) kasabasından başlıyor, Aral gölünün güneyindeki Baratekin de sınır kasabalarından sayılıyordu. Mâverâünnehir’de sınır Buhara’nın kuzeyindeki çölden başlayıp İsfîcâb bölgesine kadar gidiyordu. Seyhun’un sağ kıyısında Karaçuk dağlarının eteğinde Yesi’ye bir günlük mesafede bulunan Savran müslümanların Oğuzlar’a karşı sınır şehriydi. Seyhun ırmağı Savran’dan az ileride Oğuz ülkesine giriyordu. İstahrî, Oğuz ülkesinin kuzey sınırını İdil ırmağının meydana getirdiğini söylemekte, çağdaş Bizanslı müellif İmparator VII. Konstantinos Porfirogennetos da İstahrî’yi teyit etmektedir. Ancak İbn Fadlân, 921 yılında Bulgar ülkesine giderken Cim (Emba) ırmağının ötesinde Oğuzlar’ı görmemiş, buna karşılık Yayık’ın batısında Peçenekler’le karşılaşmıştı. Aşağı Seyhun ile Aral’ın kuzeyindeki çöl bölgesine bazı coğrafyacılar “Oğuz çölü” (el-mefâzâtü’l-Guzziyye) adını verirler. Oğuzlar ise bu bölgeye Karakom demekteydiler. Oğuz ülkesinde bozkır Seyhun ırmağının ağzından doğuya doğru giderek Savran’a yaklaşmakta, daha sonra ırmağa paralel biçimde İsfîcâb’ın kuzeyine kadar giden Karaçuk sıradağları başlamaktaydı. Destanlarda ve tarihî eserlerde Oğuzlar’ın dağları olarak anılan Kazgurt ve Kazılık da Karaçuk sıradağlarında bulunmaktaydı. X. yüzyıl kaynaklarında Nehrüşşâş (Taşkent ırmağı) adıyla kaydedilen Seyhun ırmağı daha sonraları Âb-ı Benâket ve Âb-ı Hucend gibi şehir isimleriyle anılmıştır. Oğuzlar’ın sadece Ögüz (ırmak) dedikleri bu akarsuya müslüman âlimler Seyhun, Amuderya’ya da Ceyhun adını vermişlerdir. X. yüzyılda Oğuz Devleti’nin başşehri Seyhun ağzının yakınlarındaki Yenikent’ti.
Oğuzlar’ın Yaşayış Tarzı. X. yüzyıl başlarında Oğuzlar’ın çoğu göçebeydi. Bahar gelince kuzeydeki Karakom’a ve kuzeybatıdaki yaylalara göç ediyorlar, kış yaklaşınca da Aşağı Seyhun boylarına dönüyorlardı. Yabgu unvanını taşıyan Oğuz hükümdarları kış mevsiminde Yenikent’te oturuyorlardı. Oğuz ülkesindeki Cend ve Huvâre (Cuvâre) şehirleri de yabguların idaresindeydi. Bu üç şehirde müslümanlar da yaşıyordu. Kâşgarlı Mahmud Sapran (Sabran, Savran), Karaçuk (Fârâb), Suğnak, Karnak ve Sütkün’ü (Sütkent) Oğuz şehirleri arasında sayar. Oğuzlar’ın Kâşgarlı’nın bahsettiği devirden sonra yeni şehirler kurdukları görülmektedir. Bunlardan biri de Barçınlığkent’tir. Oğuz şehirleri Seyhun’un akış yönünde olmak üzere şöyle sıralanmıştır: Sütkün, Yesi (Türkistan), Karaçuk, Savran, Suğnak, Özkent, Barçınlığkent, Eşnas, Cend ve Yenikent. X. yüzyıldan itibaren Aşağı ve Orta Seyhun bölgelerinde iktisadî hayat gittikçe gelişti ve XI. yüzyılın başlarında ileri bir seviyeye ulaştı. Bunun tabii bir sonucu olarak bu bölgelerde şehir hayatı gelişme gösterdi ve yeni şehirler kuruldu. Oğuz şehirlerinde yapılan arkeolojik araştırmalarda yüksek bir maddî kültürün izlerine rastlanmaktadır. Bu dönemde Oğuzlar’dan büyük bir kitle yerleşik hayata geçti. Bu konuda en büyük etken şüphesiz onların İslâmiyet’i kabul etmeleri olmuştur. Oğuz şehirlerinin çoğunda Mâverâünnehir’in yerli unsurları da yaşıyordu. Yerleşik Oğuzlar genellikle göçebelerin siyasî faaliyetlerine ve göçlerine katılmayıp Moğol istilâsına kadar şehirlerde oturdular, istilâ sırasında İran’ın Horasan bölgesine kaçtılar, İran’ın istilâ edilmesi üzerine Anadolu’ya geldiler. Horasan’a bağlanan bu gelişin hâtırası Anadolu halkı tarafından zamanımıza kadar yaşatılmıştır.
Oğuzlar’da İktisadî Hayat. X. yüzyılın başlarında Oğuzlar’ın iktisadî faaliyetleri göçebe hayatının gereği olarak hayvan yetiştiriciliğine dayanıyordu. Bu sebeple servetlerini koyun at sürüleri, develer teşkil ediyordu. Oğuz subaşısı (ordu kumandanı) İl Doğan oğlu Etrek, 921 yılında Abbâsî elçilik heyetine verdiği şölende koyun eti ikram ettiği gibi kendi akrabaları ve halkı için de koyun kestirmişti. Oğuz destanları Oğuzlar’ın diğer Türk boyları gibi deve eti ve at eti yediklerini göstermektedir. At eti muhtemelen her zaman değil özel günlerde yenilmekteydi. Oğuzlar’ın müslüman olduktan sonra umumiyetle at eti yemekten vazgeçtikleri anlaşılmaktadır. Oğuzlar’la komşuları olan müslüman kavimler arasında canlı bir ticarî faaliyet mevcuttu. Oğuz ülkesinden geçen en önemli ticaret yolu Hârizm’den İdil havzasına giden yoldu. İbn Fadlân, Bulgar ülkesine giderken Oğuz yurdundan 5000 kişilik bir kervan içinde geçmişti. Oğuzlar, barış zamanlarında ticaret maksadıyla Hârizm’de Cürcâniye ve Barategin şehirlerine, Mâverâünnehir’de Savran’a gidiyorlardı. Oğuzlar’ın başlıca ticaret malı koyundu. Mâverâünnehir ve Horasan halkı et ihtiyacını Oğuzlar ve Karluklar’dan satın aldığı koyunlarla karşılıyordu.
Dinî İnançları, Gelenek ve Görenekleri. X. yüzyıl başında Oğuzlar geleneksel dinî inanışlarına bağlı bulunuyordu. İslâm âleminde Türkler’in Allah fikrine sahip oldukları ve bunu Tanrı adıyla ifade ettikleri veya Uluğ/Bayat dedikleri biliniyordu. Fakat Oğuz din adamlarının Tanrı’nın sıfatları ile ilgili tasavvurları hakkında kesin bilgi yoktur. İbn Fadlân, Oğuz ülkesinde ne bir mâbed gördüğünden ne de bir din adamı ile görüştüğünden bahseder. Bununla birlikte Oğuzlar’ın bilge kişilerinin bulunduğu, tabiplik yapan, geleceğe ait keşiflerde bulunan, bir teşebbüsün uğurlu olup olmayacağına hükmeden, dinî törenlere başkanlık eden bu kişilere büyük saygı gösterdikleri bilinmekte, ancak onlara ne ad verildiği konusunda bilgi bulunmamaktadır. Oğuzlar ölülerini elbiseleri ve diğer şahsî eşyalarıyla birlikte gömüyor, gömme işi bittikten sonra atlarını keserek yiyorlardı. Bu âdet bütün Türk kavimlerinde görülen yuğ aşı veya ölü aşı geleneğiydi. Oğuzlar yakın akrabaları da olsa hastalanan kimselerin yanına yaklaşmazlardı. Oğuzlar’da “kalın” (başlık) verme geleneği yaygındı. Evlenecek gençler ok atar ve okun düştüğü yere çadır kurarlardı. Millî yemekleri diğer bazı Türk boylarında olduğu gibi tutmaçtı (sulu mantı). Oğuzlar’ın X. yüzyılda yüz şekillerinin diğer Türk kavimlerininkinden ne derecede farklı olduğu bilinmemektedir. Bu konuda en eski kaydın yer aldığı Câmiʿu’t-tevârîḫ’te Oğuzlar’ın yüz şekillerinin önceleri diğer Türkler’inki gibi olduğu, Mâverâünnehir’e geldikten sonra buradaki hava ve suyun tesiriyle Tacikler’e benzemeye başladıkları belirtilir. Oğuzlar sakallarını kesiyor, bıyık bırakıyor ve bütün Türkler gibi saçlarını uzatıyorlardı. Yaşadıkları hayat tarzı ve çetin tabiat şartlarının etkisiyle oldukça sert mizaçlıydılar. Savaşçı olmak başlıca faziletlerden biriydi. Namuslu, dürüst ve konuk sever, büyüklerine son derece bağlı ve saygılıydılar. Konuştukları Türkçe Türk lehçelerinin en zarifi sayılıyordu (bk. OĞUZCA).
Oğuzlar’ın İslâmiyet’e Girişi. X. yüzyılın ilk çeyreğinde Sütkent’te İslâmiyet’i kabul etmiş kalabalık bir Türk topluluğunun yaşadığı kaydedilmektedir. Bu topluluğun Oğuzlar’dan oluştuğu konusunda şüphe yoktur. Yine aynı dönemde Fârâb-Kence ve Şâş (Taşkent) arasında Oğuz ve Karluklar’dan İslâmiyet’i kabul etmiş 1000 çadıra yakın bir topluluğun yaşamakta olduğu bilinmektedir. Tarihçiler, 349 (960) yılında 200.000 çadırlık bir Türk topluluğunun müslüman olduğunu bildirirler. Bu Türk topluluğu Karahanlı hânedanının hâkim bulunduğu yerlerdeki Yağma, Karluk, Çiğil, Tohsı ve diğer Türk kavimlerinden oluşmaktaydı. Oğuzlar arasında da X. yüzyılın ikinci yarısında İslâmiyet’in epeyce yayılmış olduğu anlaşılmaktadır. Son Sâmânî emîri İsmâil b. Nûh’un, Mâverâünnehir’i Karahanlılar’ın elinden geri almak için giriştiği faaliyetler sırasında Oğuz yabgusunun yanına giderek onunla ittifak yaptığı, dünürlük kurduğu ve yabgunun daha sonra müslüman olduğu kaydedilmektedir (392/1002). Orta Asya’da İslâmiyet’i ilk kabul eden Türk kavmi Balasagun ile Mirki arasında yaşayan Türkmenler olduğu için Mâverâünnehir müslümanları Oğuzlar’dan müslüman olan zümrelere Türkmen adını vermişlerdir. Bîrûnî’nin sözleri de bunu teyit etmektedir. Gerdîzî ve Beyhakī gibi Gazneli tarihçiler de Oğuzlar’ı “müslüman Türk” anlamında Türkmen adıyla anmışlar, buna karşılık Yakındoğu müellifleri onlardan Guz (Oğuz) diye söz etmişlerdir. Oğuzlar’ın kendilerine verilmiş olan Türkmen adını uzun bir süre benimsemedikleri, Türkmen’in XIII. yüzyıldan itibaren Oğuz’un yerini almaya başladığı bilinmektedir. Oğuzlar’ın ve genellikle Türkler’in İslâmiyet’i kabul etmesinde müslümanlarla aralarındaki ticarî münasebetlerin önemli bir payı vardır. Ayrıca kendi şehirlerinde oturan müslüman komşularından İslâm dininin esaslarını öğrenmekteydiler. Şeyh ve dervişlerin irşad faaliyeti de bu konuda büyük rol oynamıştır.
Oğuz Yabgu Devleti. Başında “yabgu” unvanlı hükümdarların bulunduğu Oğuz Yabgu Devleti X. yüzyılın birinci yarısında bağımsız ve güçlü bir devletti. Câmiʿu’t-tevârîḫ’te Oğuzlar’ın destanî tarihleri anlatılırken birçok yabgunun adı kaydedilmekte, bazılarının Kayı boyundan olduğu söylenmektedir. Fakat diğer kaynaklarda bu yabgulardan hiçbirinin adı geçmemektedir. Yabguların en yüksek iki görevlisi “kül erkin” ile subaşıdır. Kül erkin yabgunun vekili, subaşı ise ordunun kumandanıdır. Oğuz Yabgu Devleti’nde asalet unvanı olarak yinal ve tarhan unvanlarının da kullanıldığı görülmektedir. Yabguların mühürlerine ve fermanlarına “tugrag” (tuğra) denilmekteydi. Oğuzlar işlerini meclisler kurarak istişare yoluyla hallederlerdi. Oğuz subaşısı Etrek tarhan, yinal gibi Oğuz büyüklerini çağırarak Abbâsî elçilik heyetine karşı nasıl davranılacağını sormuştu. Yiğit ve savaşçı bir halk olan Oğuzlar’ın komşularıyla münasebetleri çok defa dostça olmamıştır. Aşağı Seyhun boylarında yaşayan Peçenekler’e hücum ederek onları Yayık’ın (Ural) ötesine göçmek zorunda bırakan Oğuzlar, Yayık ve İdil (Volga) arasında yurt tutmuş olan Peçenekler’i burada da rahat bırakmamışlar, Hazarlar’la anlaşıp onları buradan da çıkarmışlardır (898-902). Peçenekler bunun üzerine İdil’i geçip Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara gidip yerleşmişlerdir. Bizans İmparatoru VII. Konstantinos Porfirogennetos’un verdiği bilgilere göre bir grup Peçenek kendi istekleriyle yurtlarında kalıp Oğuzlar’la birleşmiştir. Oğuz-Peçenek boyu bu birleşme sonucunda meydana gelmiştir. Oğuzlar’ın Hazarlar’la münasebetlerinin de X. yüzyılda pek dostça olmadığı anlaşılmaktadır. Oğuzlar buz tutmuş İdil’i sık sık geçerek Hazar ülkesine akınlar yapıyorlardı. Coğrafyacıların Oğuz ülkesinin sınırlarının İdil ırmağı olduğunu söylemesinin sebebi budur. Son zamanlarda Oğuzlar’ın Hazarlar’a tâbi oldukları ileri sürülmüştür. Ancak coğrafyacıların tanıklığı bu görüşü geçersiz kılmaktadır. Hazarlar’a dair ayrıntılı bilgi veren coğrafyacılar, Hazarlar’ın ne İdil’in doğusundaki topraklar üzerinde nüfuzları olduğundan ne de Oğuzlar’ı bağımlılık altında bulundurduklarından söz ederler. Buna karşılık Oğuzlar’ın Orta İdil boylarında yaşayan Bulgarlar’la münasebetleri dostça idi. İbn Fadlân’ın görüştüğü Oğuz subaşısı Etrek, Bulgar Kralı Almuş’un damadıydı. Oğuzlar, güney komşuları olan müslümanların ülkesine fırsat buldukça akınlar yapıyorlardı. Barış zamanlarında ticaret büyük bir canlılık gösteriyordu. Oğuzlar’ın doğu komşuları Karluklar’la da savaştıkları, hatta bu savaşlardan birinde Oğuz yabgusunun öldüğü kaydedilmektedir. Bu olay muhtemelen IX. yüzyılda veya daha önce vuku bulmuştur. Oğuzlar’ın kuzey komşuları Kimekler, Kimekler’in büyük kolu da Kıpçaklar’dı. Oğuzlar’la Kıpçaklar zaman zaman birbiriyle savaşıyordu. Kıpçaklar barış dönemlerinde çok soğuk kışlarda Oğuzlar’dan izin alarak güneye göç ederlerdi. X. yüzyılın sonlarında Kıpçaklar’ın nüfusu çoğalmış, dolayısıyla daha güçlü bir halk haline gelmişlerdir.
Oğuz Yabgu Devleti’nin Yıkılışı. X. yüzyılın birinci yarısında bağımsız ve güçlü bir devlet olan Oğuz Yabgu Devleti’nin yıkılışı hakkında kaynaklarda bilgi bulunmamakta, ancak bazı görüşler ileri sürülmektedir. Bunlardan biri Oğuz Yabgu Devleti’nin iç çekişmeler yüzünden son bulduğudur. Oğuz ülkesinde eskiden beri iç çekişmeler olduğu ve bunun sonucunda bazı Oğuz topluluklarının ülkeden ayrılıp başka yerlere göç ettikleri bilinmektedir. Selçuklular’ın tarih sahnesine çıkışları ve ilk başarılarını anlatan Meliknâme’ye göre Oğuz Yabgu Devleti’nin subaşısı olan ve muktedir bir kumandan olduğu için Temür Yalığ (demir yaylı) unvanını taşıyan Dukak ölünce yerine oğlu Selçuk (Salçuk) geçmiştir. Yabgunun karısının, ileride büyük bir tehlike teşkil edeceğini söyleyerek kocasını kendisini öldürmeye teşvik ettiğini duyan Selçuk kendisine tâbi olanlarla Cend şehrine gitmişti (375/985-86). Aynı yıl Oğuzlar’dan başka bir küme de bir Rus prensiyle birlikte İdil Bulgarları’nın üzerine yürümüştü. Bu olaylar, Oğuz ülkesinde iç çekişmeler veya savaşlar yüzünden parçalanma ve dağılmanın başlamış olduğunu göstermektedir. Sâmânî Devleti’ni diriltmek için mücadeleye atılan aynı hânedandan İsmâil b. Nûh’un 393’te (1003) yardım istemek için müttefiki Oğuzlar’a başvurduğu kaydedilmekte, bu Oğuzlar’ın Selçuklu Oğuzları olduğu anlaşılmaktadır. Bu da Oğuz Yabgu Devleti’nin 1003 yılından önce yıkılmış olduğunu göstermektedir. İkinci bir ihtimal, Oğuz Yabgu Devleti’nin Oğuzlar’ın kuzey komşuları Kıpçaklar tarafından yıkılmış olmasıdır. Gerçekten 1030 yıllarında Kıpçaklar’la bazı obalarının Oğuz ülkesinin ortasında, Aral gölünün kuzeyi ile kuzeybatısındaki toprakları yurt tutmuş oldukları görülür. Kıpçaklar’ın hemen aynı zamanlarda Aşağı Seyhun boylarındaki bazı yerleri de ellerine geçirdikleri bilinmektedir. Ancak Kıpçaklar’ın Oğuz ülkesinin birçok bölgesini yurt edinmeleri Oğuz Yabgu Devleti’nin yıkılmış ve Oğuz elinin parçalanmış olmasından ileri gelmiş olabilir. Bu sebeple Oğuz Yabgu Devleti’ne Kıpçaklar’ın son vermiş olması zayıf bir ihtimaldir.
Oğuz Göçleri. Oğuz göçleri daha devlet yıkılmadan önce, hatta devletin kuvvetli bulunduğu dönemde iç çekişmeler yüzünden başlamış, devlet yıkıldıktan sonra da önemli göçler olmuştur. a) Mangışlak. X. yüzyılın başlarında çıkan bir çekişme sonucunda bir grup Oğuz, Hazar denizinin doğu kıyısındaki gayri meskûn Siyahkûh yarımadasına göç ederek burayı yurt edinmişti. XI. yüzyılda Mankışlak, Moğol istilâsından sonra Mangışlak diye anılan bu bölgeyi Kâşgarlı Mahmud Oğuz ülkesinden bir yer olarak tarif eder. Mangışlak Oğuzları’nın X. yüzyılda bir devletleri olduğu, Alparslan devrinde bu devletin başında Kafşut isimli bir beyin bulunduğu bilinmektedir. Mangışlak’taki Oğuz Yabgu Devleti’nin başındaki bey XI. yüzyılın sonlarında melik unvanı ile anılmıştır. İbnü’l-Esîr’e göre Hârizmşah Atsız b. Muhammed, 1128’den önce Mangışlak’ı yakıp yıkarak buradaki Oğuz Yabgu Devleti’ne son vermiştir.
b) Uzlar. XI. yüzyılın ortalarında Karadeniz’in kuzeyindeki topraklara bir Oğuz grubu gelmiş, Ruslar bu Oğuzlar’ı “Tork” (Türk) adıyla anmıştır. Ruslar’ın yine Türk kavimlerinden olan Peçenek ve Kıpçaklar’a Tork demeyip bu adı sadece Oğuzlar’a vermeleri dikkat çekmektedir. Bu Oğuzlar’ın Kıpçaklar’ın hücumuna uğrayarak İdil’i geçip Karadeniz’in kuzeyine göç etmek zorunda kaldıkları anlaşılmaktadır. Kıpçaklar da aynı yıl (1054) veya ertesi yıl Oğuzlar’ın arkasından Karadeniz’in kuzeyindeki topraklara gitmişlerdir. Rus kaynaklarına göre Torklar 1055 yılında batıdaki Özü (Dinyeper) ırmağına ulaşmışlar, fakat beş yıl sonra Rus prensleriyle giriştikleri savaşı kaybederek Aşağı Tuna’ya doğru göç etmişler ve Aşağı Tuna boyları ile onun kuzeyindeki yörelere gelmişlerdir. Bizanslılar onları Uz (Uguz) diyerek kavim adlarıyla anmışlardır. Uzlar burada daha fazla kalmamışlar, 1065’te Tuna’yı geçip Balkanlar’da geniş bir alanda akına çıkmışlardır. Fakat büyük bir kısmı bu akın sırasında eski düşmanları Peçenekler’in hücumları, şiddetli soğuklar, salgın hastalıklar ve bilhassa açlık sebebiyle telef olmuştur. Bu felâket yüzünden esasen nüfusları fazla olmayan Uzlar siyasî bir güç olmaktan çıkmışlar, hatta varlıklarını bile koruyamamışlardır. Bazı oymaklar Bizans’a sığınmışlar, diğerleri ise kuzeye gidip Rus prenslerinin hizmetine girmişlerdir. Bizanslılar, kendilerine sığınmış olan Uz oymaklarına Balkanlar’ın bazı yörelerinde ve bilhassa Makedonya’da yurt vermişler, bu Uzlar, Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusunun sağ kolunda yer almışlardır. Savaş sırasında Bizans ordusundaki Uzlar’ın büyük bir kısmı Peçenekler ile birlikte Selçuklular’ın tarafına geçmiştir.
c) Selçuklular. Oğuzlar’ın Kınık boyuna mensup olan Selçuklu hânedanının atası Subaşı Selçuk, Cend’de müslüman olmuş ve orada ölmüş, en büyük oğlu İsrâil babasının sağlığında Arslan Yabgu unvanını alarak kendisini Oğuzlar’ın hükümdarı ilân etmişti. Arslan Yabgu’nun 1020 yılında buyruğundaki kalabalık bir Oğuz kitlesiyle Buhara Hükümdarı Karahanlı Ali Tegin’in müttefiki olarak Buhara’nın kuzeyindeki Nûr yöresinde yaşadığı görülmektedir. Arslan Yabgu, Gazneli Mahmud tarafından hile ile yakalanıp Hindistan’da bir kalede hapsedildi. Bu olayın ardından Arslan Yabgu’nun emrinde bulunan 4000 çadırlık Oğuz kitlesinin beyleri Selçuklular’dan zulüm gördüklerini, artık onların hizmetinde kalmayacaklarını söyleyerek Gazneli Mahmud’dan kendilerine Horasan’da otlaklar vermesini istediler. Sultan Mahmud da alacağı vergileri düşünerek Oğuzlar’ın bu isteklerini yerine getirdi. Bu Oğuz topluluğunun başında bulunan Göktaş, Buka, Yağmur ve Kızıl adlı beyler bir süre sonra Horasan’da yağma akınlarına başladılar. Bu durum Gazneli Mahmud’u kızdırdı ve hepsini ülke dışına çıkardı. Ancak daha sonra oğlu Sultan Mesud başlarına Gazneli bir emîr koyarak onları hizmetine aldı. Selçuklular’ın daha sonra Gazneli İmparatorluğu’nun en değerli eyaleti olan Horasan’ı ellerine geçirip Büyük Selçuklu Devleti’ni kurdukları (Mayıs 1040) haberinin duyulması üzerine Seyhun boylarından, Balhan dağlarından, muhtemelen Mangışlak’tan bölgeye göçler başladı. Selçuklu Devleti göçüp gelen Oğuz topluluklarından hepsini bir anda hizmetine alamadığı için bazı topluluklar İran ve Suriye’de kendi başlarına fetihlere giriştiler. Filistin, Suriye’nin bir kısmı, İran’ın bazı bölgeleri bu şekilde Oğuzlar’ın eline geçti. Bu dönemde bazı Oğuz beyleri emirlerindeki 800-1000 kişilik birliklerle Türk asıllı olmayan küçük hânedanların hizmetine girdiler. Malazgirt zaferiyle (1071) Oğuzlar’a Anadolu’nun yolu açıldı. Bu kanaldan sadece göçebe topluluklar değil yarı göçebe topluluklar, yerleşik zümreler, âlimler, şeyhler, dervişler, tâcirler, zanaatkârlar da Anadolu’ya geldiler. İki asır boyunca süren bu göçler neticesinde Anadolu gerçek bir Türkistan oldu. Öte yandan Orta Asya’dan yapılan göçler sırasında bazı gruplar Anadolu’ya gitmeyerek İran veya Arrân’da kalmış, bu göçlerin sonunda İran’ın Fars, Hûzistan gibi bölgelerinde bazı beylikler ortaya çıkmıştır. XIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Arrân’da “karıncalardan çok” Oğuz Türkü’nün toplandığı kaydedilmektedir. Göçlerin yapılmasında Kıpçak ve Kanglı sıkıştırmaları, Karahıtaylar’ın baskıları ve Moğol istilâlarının da önemli etkileri olmuştur.